GÖRÜŞ - AB katılım müzakerelerinin 18. yılı: Tünelin ucunda ışık var mı?

TAKİP ET

Türkiye'nin birliğe üyeliğinin Avrupa bütünleşmesine büyük katkı sağlayacağı, ekonomik bir dev olan AB'yi siyasi ve askeri alanda da güçlendireceği Batılı ülkelerin de kabul ettiği bir gerçek

Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) tam üyelik müzakereleri 18. yılına girerken ikili ilişkilerin geçmişini, temel sorunları ve gelecekte neler yaşanabileceğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakereleri, 3 Ekim 2005’te başladı. Bugün itibarıyla katılım müzakerelerinin üzerinden 18 yıl geçmiş durumda. Türkiye’nin yakın bir dönemde AB’ye üye olarak katılıp katılmayacağı belirsizliğini koruyor. Avrupa Parlamentosunun (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan Türkiye raporunun AP'de görüşülmesi esnasında tam üyelik müzakerelerinin sonlandırılması teklifi reddedildi. Buna karşılık raporda müzakerelerin canlanmasına ilişkin bir hüküm de yok. Parlamentonun kabul ettiği karar ikili ilişkilerin enstantane fotoğrafını çekmeyi amaçlayan ve bağlayıcılığı olmayan bir metindir.

- Ankara Anlaşması'ndan müzakere sürecine ikili ilişkiler

Türkiye, 2. Dünya Savaşı'nın ardından ulusal çıkarlarını daha güçlü biçimde korumak için Batı merkezli uluslararası örgütlere katılma çabası içerisindeydi. Nitekim Türkiye, Avrupa kıtasında siyasi işbirliği öngören Avrupa Konseyine kuruluşundan kısa bir süre sonra üye oldu. Ardından 1949 yılında kurulan NATO’ya Yunanistan ile eş zamanlı olarak 1952 yılında katıldı ve Adnan Menderes hükümeti döneminde de Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) tam üyelik başvurusu yaptı. 31 Temmuz 1959’da yapılan başvuru esas alınarak Türkiye ile AET arasında 12 Eylül 1963’de Ankara Anlaşması imzalandı. Anlaşma’nın 28. maddesi çok açıktır: Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde AET’ye tam üye olarak katılabilecektir.

Bir ortaklık anlaşması olan Ankara Anlaşması, AET’ye katılım için hazırlık, geçiş ve nihai dönem olmak üzere 3 aşama öngörüyordu. 1970’de Katma Protokolün kabulü ile birlikte Türkiye-AET ortaklığı 2. aşamaya geçti. Geçiş döneminde bir yandan tedrici olarak taraflar arasında gümrük birliği tesis edilmesi, öte yandan Türkiye’nin kaydedilen ilerlemeye bağlı olarak AET ile ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerini geliştirmesi öngörülüyordu.

1973 Arap-İsrail Savaşı'nın ardından petrol ambargosu, Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında gündeme gelen ambargo ve siyasi istikrarsızlık gibi sebeplerle Türkiye bu dönemde yükümlülüklerini yerine getirmekte gecikmeler yaşadı. Türkiye ile AET arasında 12 Eylül darbesinden sonra dondurulan ilişkiler ancak 1980’lerin 2. yarısında yeniden başlayabildi. Bu dönemdeki en önemli gelişme, 14 Nisan 1987’de AET’ye yapılan tam üyelik başvurusuydu.

AET, Türkiye’nin başvurusuna 2 sene sonra cevap vererek önceliklerinin genişleme değil "Ortak Pazar"ın kurulması olduğunu söyledi. Bu kararda da net biçimde görüleceği üzere iki kutuplu sistemin yıkılmasının arifesinde Avrupa bütünleşmesinin öncelikleri değişti ve Varşova Paktı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve eski Yugoslavya ardılı devletlerin AET’ye katılımı gündeme geldi. Bu arada 1992 Maastricht Anlaşması ile bütünleşmenin adı Avrupa Birliği (AB) olarak değiştirildi. Türkiye’ye karşı ayrımcılık AB döneminde de devam etti. 1997 Lüksemburg Zirvesi'nde komünist kökenli ülkeler aday ilan edilirken Türkiye dışlandı. En sonunda AB, 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde Türkiye’yi de aday ilan etti.

Bu kararın ardından Anayasa ve temel yasalarda kapsamlı reformlar yapıldı ve tüm bu gelişmelerin sonucunda 3 Ekim 2005’de AB’ye katılım müzakereleri başladı. Diğer ülkelerle aynı koşullarda üyelik taahhüt edilmiş olmasına rağmen Müzakere Çerçeve Belgesi adlı yol haritası Türkiye’nin müzakere sürecini güçleştirdi. Söz konusu belgedeki en büyük zorluk, 35 başlığın açılması ve kapanmasında tüm üye devletlerin oybirliği kuralının getirilmiş olmasıdır. Tarama sürecinin hemen ardından AB Bakanlar Konseyi, Kıbrıs sorununu bahane ederek 8 müzakere başlığını askıya aldı. Kısa bir süre sonra da Fransa 5 ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de 6 müzakere başlığına blokaj uyguladı. Fransa’da iktidar değişikliğinin ardından blokaj ortadan kalksa dahi diğer ülkelerde devam ettiğinden tam üyelik müzakerelerinde ilerleme mümkün olmadı.

AB 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün ardından bir yandan Türkiye’nin terörle mücadele operasyonlarını eleştirirken öte yandan da yeni müzakere başlığı açılmasını engelledi. İçinde bulunduğumuz an itibarıyla 35 müzakere başlığından 16’sı açılabilmiş durumda. AB ile tam üyelik müzakereleri günümüzde hukuken devam etse de fiilen durmuş vaziyettedir.

- Temel sorunlar

Türkiye ile AB arasında ikili ilişkilerin yavaş seyretmesinin ve gecikmelerin en önemli sebebi AB’nin Türkiye konusundaki kaygılarıdır. İlişkilerin en başından günümüze Türkiye’ye karşı her aşamada ön yargılı davranılmış ve ayrımcılık uygulanmıştır. Türkiye’nin birliğe üyeliğinin Avrupa bütünleşmesine büyük katkı sağlayacağı, ekonomik bir dev olan AB’yi siyasi ve askeri alanda da güçlendireceği Batılı ülkelerin de kabul ettiği bir gerçektir. Buna rağmen AB ülkeleri Türkiye konusunda kendi aralarında bir görüş birliği sağlayamıyor.

Ayrıca, Avrupa bütünleşmesinin yaşadığı sıkıntılar da Türkiye-AB ilişkilerine olumsuz yansıdı. 2004 yılında 10 ülkenin, 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın AB’ye katılımı Avrupa bütünleşmesindeki dengeleri önemli ölçüde sarstı. Yeni üyelikler sonucunda bir yandan refah toplumu göstergelerinde geriye gitmeler yaşandı. Öte yandan anayasanın 2005 yılında reddedilmesi bütünleşmede fetret devrine yol açtı. 2008 ekonomik krizi sonucunda avro bölgesindeki ülkelerin göstergeleri Maastricht kriterlerinin gerisinde kaldı. Arap Baharı sonrası Avrupa'ya mülteci akını, Brexit ve ardından gelen Kovid-19 salgını Avrupa bütünleşmesinde duraklamanın uzamasına neden oldu. Türkiye hakkındaki ön yargılara ilave olarak yaşanan tüm bu gelişmeler ikili ilişkileri olumsuz yönde etkiledi. Ayrıca AB üyesi ülkelerde ekonomik sıkıntıların artması ve mülteci akını popülist, yabancı düşmanı ve ırkçı siyasi partilerin güçlenmesine yol açtı. Bu durum da Türkiye ile ilişkilere olumsuz yansıdı.

2016 yılından beri Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin gündemi tam üyelik dışında kalan konulardır. Bunların başında Türkiye, Yunanistan ve GKRY arasındaki deniz yetki alanları ihtilafı geliyor. AB, bir ulus üstü örgüt olmasına ve görev tanımı kapsamında yer almamasına rağmen, deniz yetki alanları anlaşmazlığında Yunanistan ve GKRY tezlerini destekliyor. İki taraf arasında çözüm bekleyen diğer sorunlar ise Türk vatandaşlarına Şengen bölgesinde 90 gün süreli vize muafiyeti, Gümrük Birliğinin günün koşullarına uyarlanması ve mülteci anlaşmasıdır.

- İlişkilerin geleceği

AB, Türkiye ile müzakerelerin yeniden canlandırılmasına mesafeli bir yaklaşım içinde. Türkiye’de 28 Mayıs 2023’te yapılan seçimlerin ardından AB Bakanlar Konseyi tarafından Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’e ikili ilişkiler hakkında yol haritası işlevi görecek bir rapor hazırlama görevi verildi. Bu raporun ekim ayında açıklanması bekleniyor.

AP kararı ve diğer emareler, AB’nin Türkiye’den reform beklentisi içinde olduğunu gösteriyor. Mevcut koşullarda en güçlü ihtimal Türkiye-AB ilişkilerinin tam üyeliğin türevi niteliğinde yeni bir yapılanma hedefine yönelmesidir. Bununla birlikte ilişkilerin Ukrayna-Rusya savaşı benzeri bir gelişmeden etkilenerek hızlı bir şekilde tam üyelik hedefine yönelmesi ihtimali de varlığını koruyor. Yeni anayasa hazırlıkları esnasında yapılacak reformlar Türkiye’nin AB bağlantısını daha ileri aşamaya taşıyabilir. Tam üyelik olmasa bile ona çok yakın bir aşama önümüzdeki dönemde gündeme gelebilir. Çünkü AB bütünleşmesi, içinde bulunduğumuz dönemde aynı zamanda kendi gelecek senaryolarını tartışıyor. Bu senaryolar arasında yer alan en güçlü seçenek iç içe geçen halkalar sistemidir. Bu senaryo esas alındığı takdirde, Türkiye’nin en dış kulvardan sistemin merkezine yönelmesi mümkün görünüyor.

Netice olarak tam üyelik müzakerelerinin 18. yılında Türkiye-AB ilişkilerinde mevcut dengeler değişmediği müddetçe tünelin ucunda bir ışık gözükmüyor. Bununla birlikte, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından ortaya atılan Avrupa Siyasi Topluluğu projesi Türkiye’nin AB içindeki statüsünü güçlendirip daha ileri aşamaya taşıyabilir.

[Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger, Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

3 Ekim 2005 analiz josep borell Türkiye AB tam üyelik müzakereleri Türkiye-AB İlişkileri